13 Temmuz 2014 Pazar

Dünya Düzeni - 1 || Gazze ve İslam Devletleri

Uzun süredir yazılarıma ara vermiştim. Sebebiyse yeni bir yazı dizisi için araştırma yapmaktı. Şimdi "Dünya Düzeni" adlı yazı dizimin ilk bölümünü sizlere sunmaktayım.

Konu aslında İslamın yoğun olduğu bölgelerdeki devletlerin geçmişi ve günümüzdeki vaziyetleri ile sınırlı olacaktı, fakat son günlerde Gazze'de yaşanan olaylar Filistin meselesine değinme gerekliliğini hissettirdi.

Sanayi devrimiyle makine teknolojisinin hızlı şekilde geliştiği batı toplumlarında 19.yy'da artık petrol ve petrol türevlerinin yakıt olarak kullanılmaya başlanmasıyla birlikte; bu değerli hale gelen enerji kaynağının bulunduğu topraklar, emekleme aşamasını geçip yürümeye başlayan kapitalist düzenin ağzını hemen sulandırdı. İslam coğrafyası ve Güney Amerika bölgesi bu sebeple hedef haline geldi. Çünkü toplumlar hem teknik olarak geri yani mücadelesi kolay, hem de güdülmeye müsait fikir yapısına sahipti.

Konumuz olan İslam coğrafyasının büyük bölümü Osmanlı topraklarıydı. Bununla birlikte Pakistan, Afganistan, Hindistan gibi bölgelerde aynı sınıfa dahildi. Batı dünyası ilk düzenini savaş yoluyla kurdu ve bu coğrafyalarda hükmü eline geçirdi. İlk safha zaten budur. İlk safhada kapitalist düzen için tek aksak nokta Anadolu topraklarında bir egemenlik mücadelesinin başlaması ve bunun sonuçlarıdır. Çünkü 1.Dünya Savaşı sonunda paylaşımdan memnun olmayan güçler 2.Dünya Savaşına başladıklarında, İslam coğrafyasında savaş pek alevlenmediği için, bu Anadolu hareketi (ve aynı şekilde Hindistandaki hareket) toplumları kendine getirdi.

Bu şekilde 2.Dünya Savaşı bittikten sonra çoğu İslam Devleti bağımsızlığını ilan etti. Yani kapitalist düzen için daha hızlı giden ilk tren kaçmış oldu. Ağır savaş sonuçları yeni savaşları mümkün kılmadığı için yeni stratejiler uygulamaya geçirildi. İç isyanlar kışkırtılarak, yeni palazlanmaya başlayan uluslararası şirketler yoluyla ülkeler yeniden işgal edildi. Bu ikinci safhadır. Bu safhanın sonu SSCB'nin çöküşü ve aynı dönemlere denk gelen İslam coğrafyasındaki tek adam yönetimlerinin egemen olmasıdır. Mısır, Libya, Irak, İran buna en güzel örneklerdir. Yeni sorun bu adamlardan kurtulmaktır. Uzun sürecek olan üçüncü safha böyle başlar.

Zaten Gazali felsefesinin yüzyıllardır egemen olduğu İslam coğrafyasında bir kişi çıkıp bu din "naklen değil aklendir" demiyorken, bundan faydalanan düzenciler 20 yılı aşkın süre boyunca her türlü mezhepsel bölünmeyi, dini sömürü aracı haline getiren tarikatvari oluşumları ve benzerlerini "düşünce özgürlüğü" "insan hakları" gibi tezlerle destekleyerek toplumların bilinçlerini kaybetmesine yol açmışlar ve güdülmeyi bekleyen koyunlar haline getirmişlerdi. Bu sürecin sonunda sözde "Arap Baharı" olarak nitelenen olaylara zaten hep birlikte şahit olduk. Daha da kötüsü kendi topraklarımızda da bu stratejinin ne kadar sinsi ama bir o kadar iyi şekilde çalışıp, başımıza kimleri getirdiğini görüyoruz.

Bu son safha ile bütün İslam coğrafyasında ekonomisi dışa bağımlı olmayan ve enerji kaynaklarını kendi istediği yönde kullanabilen bir devlet kalmamıştır. Türkiye de buna dahildir.

Aynı süreçte gelişen olay ise Filistin meselesidir. Paralel bir şekilde aynı zaman dilimlerinde farklı aşamalarla ilerlemiştir. 1897 de Theodor Herzl tarafından Basel'de verilen bir konferansta "Der Judenstaat" (yahudi devleti) adlı eseri düstur edinilmiş ve Siyonizmin temeli burda atılmıştır.

Siyonizm için kısa bir bilgilendirme yapacak olursak, yahudilerin büyük hayalinin ideolojisi diyebiliriz. Bu hayalin çıkış noktası ise onlara Avrupa'da yapılan baskı sonucu ezilmişlik sendromundan kurtulma çabalarıdır. Sanıldığının aksine yahudi karşıtlığı ilk olarak Almanya değil Fransa'da başlamıştır ve 2. Dünya Savaşından neredeyse 150 sene öncesine dayanır. Patlama noktası ise Dreyfus olayıdır. Bu insanlar kendilerine bir yurt bulmak zorunluluğunu bilinç altlarında hissetmişlerdir.

Bu konferans sonrası İsrail devleti kurma çalışmaları için ilk olarak toprak gerekiyordu. Geldiler Sultan Hamide, toprak istediler karşılığında para teklif ettiler. Geri çevrildiler ve ilk engel olan Osmanlıyı ortadan kaldırma planı başladı. 20 sene sonra Osmanlı yıkıldı. Artık istenen toprak yani Jerusalem bedava olarak ortada kaldı. Şimdi nüfus gerekiyor. Hitler destekleniyor. Yahudiler kaçırılıyor ve Filistin bölgesine getiriliyor.

Şimdi sırada o bölgenin yerlileri Araplardan kurtulmak var. Hemen savaşlar ve diplomatik oyunlarla belli bir bölgede kesin egemenlik (işgal) sağlanıyor. İşte Gazze bu noktada aslında Arapların son direniş noktasıdır. Anlamı şudur; ya haksızlığa boyun eğersin ya da baş kaldırırsın ve ne olursa olsun bedelini ağır ödersin. İşte orada yaşanan tam olarak budur.

Filistin bölgesine haritada bakın ve bir de yozlaştırılmış İslam-yoğun devletlerin büyüklüğüne bakın. Neden bu problemin çözümü için tepki veremiyorlar?

Çünkü bu topraklarda ne ırk kardeşliği, ne din kardeşliği, ne insan haklarının yok sayılmasına bir isyan, yani ne şeref ne haysiyet kalmıştır. İnsanlar arasında kan bağı para akışıdır, tanrı paradır ki bütün duaların ortak temennisi paraya ulaşmaktır, edebiyat, bilim ve sanat kazınmıştır ki insanlar devekuşları gibi başlarının kumun altından çıkarmazlar.

IŞİD gibi soysuzlar çeteleriyse buradaki meselenin çözümü için o ateşli naralarını atıp İsraile çatacağına kendi hayat anlamı paraya ulaşmak için kardeşliklerin hepsini ayaklar altında ezmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder