31 Temmuz 2013 Çarşamba

Ekonomik Kriz Geliyor..

Başlık atarken kendimi felaket tellalı gibi hissettim, ama maalesef yazmak durumundayım.

Evet nereden çıktı şimdi ekonomik kriz diyenleriniz elbette vardır. Arkadaşlar mevcut duruma biraz göz atıp gelecekteki takvime de bakınca büyük ihtimalle gerçekleşeceğini düşündüğü için ekonomik kriz geliyor diyorum.

Önceki yazılarımdan birinde önümüzdeki seçimlerde mevcut hükümetin değişeceğini daha doğrusu tasfiye edileceğini belirtmiştim. İşte olay tam olarak buna bağlı.

Son 11 yılda bu hükümetin kurduğu sömürü düzeni insanımızı fakirleştirirken, nüfusun 100 de 1'inden daha azını hak etmediği bir servete kavuşturdu. Ve bu azınlık hala gücüne güç katma peşinde devlet ihalelerinde boy göstermekte. Ciddi manada bir kapital birikimi yaratmış durumdalar,ülke ekonomisi ise umurlarında değil. Ellerinde ki sermayeyle yeni iş sahası oluşturmaktan çok parayı bir mal olarak kullanıp kolay yoldan para kazanıyorlar. Yani parayla para kazanmak sözünün aslı bu kişiler içindir ya da para parayı çekerde diyebiliriz.

8 ay sonra seçim sürecine girdiğimizde benim düşüncelerime göre hükümet tasfiye edilecek, edilmezse bile zaten çok büyük güç kaybetmiş olacak. Sonrasında ise yolsuzlukları gerçekten hızlı bir şekilde ortaya çıkmaya başlıyacak. Ama şu bir gerçek çok fazla yolsuzluk var ve meblası da çok fazla.

İşte bu yolsuzluk araştırmalarından kaçması gereken bir azınlık sermayedar grubumuz var. Şu sıralarda merkez bankasının sürekli müdehalesiyle hızlı bir şekilde yükselmesi engellenen dolar kuru yavaş yavaş 2.25'lere gelecek. Bu seçimlere kadar büyük ihtimalle gerçekleşecek. İnsanlar zaten farketmeden yine kaybetmiş olacaklar.

Fakat işin asıl can sıkıcı yani bu seçimden sonraki gün.. Bu kapital sahibi kişiler, ciddi şekilde suçlanacakları bir ortamda bulunmak istemeyecekler ve kaçacaklar. Daha doğrusu paraları kaçacak. Türk lirası olarak kaçsa hadi yine bir derece yinede zararlı olsada, fakat şu sıralarda piyasadaki bankalardaki dövizin yaklaşık yüzde 90'ı u kişilere ait. Bu dövizin piyasadan çekilmesi durumunda neler olabileceğinin farkında olarak, hem devlet adamlarının ayık olması gerekiyor.

Şimdi düşünebilirsiniz bişey olmaz dünya krizi bile teğet geçti falan vs. Fakat oradan da etkilendik yeteri kadar ve asıl dalga seçimle beraber gelebilir. Şu anda piyasaya güven pompalayanlar ilk kaçacak olanlardır, zaman içinde bunu zaten hepimiz göreceğiz.

Bir önlemi var mı? Maalesef yok. Hepimize şimdiden geçmiş olsun. 8 ay sonra bu yazımı hatırlamanız dileğiyle.

30 Temmuz 2013 Salı

Tek Yandaş Medya mı? YalAKademisyenleri Unutmayalım.. (1)

Toplumumuzun siyasetle daha yakın ilgilenmeye başlamasına yol açan Gezi Parkı olaylarından sonra dikkatlerinizi çok önemli gördüğüm bir noktaya çekmek istiyorum. YalAKademisyenler..

Başlık ve yazımın başında niye AK harflerini büyük yazdığımı hemen açıklamam gerek yanlış anlaşılmasın. Ak parti karşıtlığı falan yapmicam burda, çünkü Akp'nin de birilerinin maşası olduğunu çoğumuz geçte olsa anladı. Önceki yazılarımda belirtmiştim zaten bu hükümet yeni seçimlerle birlikte tasfiye edilecek. Bu yüzden ben şahsen artık muhattap olarak karşıma almıyorum. Ama akademisyen dediğimiz insanların çoğu(!!) onları ezeli ve ebedi sandıkları için YalAKademisyenliğe dikey geçiş yapmaya devam ediyorlar.

Bu konu hakkında birkaç yazı daha yazmayı düşünüyorum, bu sebeple bu yazımda tarihçilerden bahsedicem ve diğer yazılarda da farklı alanlarda çalışma yapanlardan.

Öncelikle bu günlerde ne kadar tarih programı varsa, nerede bir tarihçi konuşuyorsa, nerede bir tarihçi yazı yazıyorsa tespit ettiğim belirli bir sıraları var ve bu konulardan bahsediyorlar.

Yazımda bunlardan ikisine değineceğim, biri Sevr Antlaşması diğeri Erzurum ve Sivas Kongreleri..

Bu YalAKademisyen tarihçiler olarak tanımladığım kişiler Sevr Antlaşması hakkında şöyle diyorlar; Sevr aslında Anadoluda Türkler bir ulus-devlet kursunlar diye dizayn edilmiş bir antlaşmadır. Sonra yorumlarla bu görüşlerini süslüyorlar tabi kaynakta gösteriyorlar ama antlaşma metninden falan değil.

Kaynak gösterim şekline bakın; bilmem kim kadın varmış bilmem nerenin bilmem ne üniversitesinden, eee, işte o kadının üniversitedeki arşivindeki hatıratına göre... Haaaa.. İsviçreli bilimadamları söylüyorsa kesin doğrudur o halde...

Ben direk Sevr Antlaşması metninden bir kaç maddeyi aktarıcam;

                          *****kürdistan*****
Madde 62 - Fırat'ın şarkında, müstakbelde tayin edilecek
olan Ermenistan hudud-ı cenubiyesinin cenubunda ve 27 inci
maddenin ikinci kısmının ikinci ve üçüncü fıkralarının tasvirine
tevfikan taayyün ve Türkiye'yi Suriye ve Elcezire'den tefrik
eden hat-tı hududun şimalinde kâin kürt unsurunun adeden faik
bulunduğu havalinin muhtariyet-i mahalliyesi işbu muahedenamenin
mevki-i meriyete vaz'ından itibaren altı ay zarfında istanbul'da
inikat edip İngiltere, Fransa ve İtalya devletlerinden
her birinin bir murahhasından teşekkül edecek olan bir komisyon
tarafından ihzar edilecektir.....
                          ***** İzmir*****
Madde 69 — İzmir şehri ile altmış altıncı maddede musarrah
arazi hakimiyet-i Osmaniye altında kalacaktır. Maamafih
Türkiye İzmir şehri ile arazi-i mezkûre üzerindeki hukuk-ı hâkimiyetinin
icrasını Yunan hükümetine devredecektir. Bu hâkimiyete
alâmet olmak üzere Osmanlı sancağı daimî surette şehrin
haricî bir istihkâmı üzerine keşide edilecektir. Bu istihkâm
başlıca düvel-i müttefika tarafından tayin edilecektir.
                     
                      ***** Ermenistan*****
Madde 89 — Devlet-i Osamniye ile Ermenistan ve diğer
düvel-i müteakide Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilâyetlerrinde
Türkiye ile Ermenistan arasındaki hududun tayini Cemahir-
i Müttehide-i Amerika Reisicumhurunun hakemliğine havale
ve bunun vereceği kararı ve Ermenistan'ın mahreci bahrisine
ve mezkûr hududa mücavir Osmanlı arazisi üzerinde tertibat-
ı askeriyenin ilgasına (demilitarizasyon) müteallik olmak
üzere tayin edeceği bilcümle ahkâmını kabul etmeği kararlaştırmışlardır.

Bu üç madde yeterli daha uzatılabilirdi fakat yeterli. Bu maddeler farkettiğiniz gibi eski Türkçe diye tabir ettiğimiz dilde bu yüzden açıklıyacağım. Böyle olmasının nedeni, bu metni 1953 basımı Prof.Nihat Erim'e ait "Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri" adlı kitaptan almış olmamdır. Sevr Antlaşmasının aslı Fransızca yazılmıştır ve bu da çevirisidir.

Şimdi gelelim maddelere, ilk örnek kürdistanla ilgili madde. Kürdistan geçmişte bölgenin coğrafi adıydı, Kürt nüfusun yoğun olmasıyla da alakalı olarak, fakat günümüzde siyasi anlam taşıdığı için küçük harfle yazıyorum ve böyle bir devleti kim tanırsa tanısın ben tanımıyorum. Kimse alınmasın.

Bu madde diyor ki işte adı geçen ülkelerden temsilciler gidecek nüfus sayımı falan yapılacak sonra bunların akıbetine karar verilecek genel tema bu. Biraz Musullada bağlantılı bir madde işin özünde, orası içinde nüfus sayımı düşünülüyordu fakat bu gözlemciler gidince nüfus sayımı yanında birde nabız yokladılar ve insanların yine Osmanlıya bağlı kalmak istediklerini farkettiler ve bu seçimle yönetici seçtirme fikrinden vazgeçtiler. Şu an zaten Musul petrollerinin hangi şirketler tarafından kullanıldığını hepimiz biliyoruz(dur umarım).

İzmir maddesi açıkça diyor ki işte sizin bayrağınız orda asılı dursun tamam ama onun yerinide biz belirleyelim sonra burasının yönetimi 6 aylığına Yunanlara verilsin sonrada halk oylasın ona göre karar verelim.. Güzelmiş..

Ermenistan maddesinde bahsedilen illerde silahsızlandırma ve sınırın belirlenmesinden bahsediliyor. Arkadaşlar öncelikle şu var adı geçen yerlerin daha doğusunda bile Ermeni nufus tarih kayıtlarına göre yok. Hatta büyük ihtimalle İstanbulda yaşayan Ermeni sayısı doğudakinden fazladır o günlerde. Daha sonra ABD'li Wilson burayla ilgili hakemlik yaptı şu meşhur ilkelerine göre ve 22 Kasım 1920'de bu illeri Ermenistana verdi.

Şimdi bu maddeler benim öle rastgele seçtiklerim, 433 madde var toplam, hayal edin artık siz gerisini. Aynı dedikleri gibi kesin ulus-devlet kurmamızı istemiş olmalılar...

Şu Erzurum ve Sivas Kongreleri konusuna kısa değinmek zorundayım biraz uzun yazdım Sevr konusunu.

Kısaca Erzurum Kongresinin Osmanlı ve Dünyada ki o günkü mevcut yasalara göre bir geçerliliği olmayan bir halk toplantısı olduğunu söylüyorlar ve bu yüzden orada alınan kararlarda yasal değilmiş falan.. Ya zaten yasalarınızda hata olduğu için bu kongre yapılıyor kardeşim çaktın mı ;) Sivas Kongresi içinse aynılarına ek olarak bu kongrede manda tartışıldı diyorlar. Evet diyoruz. Ama İngiliz mandası mı Amerikan mandası mı olsun diye tartışıldı, ikiside olmasın diyen yoktu orda diyorlar. Bu kongre hakkındaki kararlar işte kitaplarımızdakiler uydurmaymış çünkü onunla ilgili belge yokmuş. Tamam o zaman sen nerden biliyosun ne tartışıldığını nerden yani rüyanda mı gördün?

Al sana bir tanecik kaynak...

Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C. I, TTK Yayını, Ankara 1966, s. 248'da der ki,
Genç bir tıbbiyeli subay olan Hikmet Boran (Orhan Boran'ın babası), tıp okulu delegesi olarak katıldığı Sivas Kongresi'nde, Mustafa Kemal Paşa'ya hitaben yaptığı konuşmada manda fikrine şiddetle karşı çıkarak:
“Paşam! Murahhası bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsun, şiddetle red ve takbih ederiz (ayıplarız). Farz-ı muhal manda fikrini siz dahi kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz (lanetleriz)...”

Şimdilik yeter yine anlayan anlamıştır bu YalAKademisyenlerin ne yapmaya çalıştığını..

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Mutluluk, Kıyas ve Tatmin

Evet bu sefer ki yazının konusu biraz farklı, siyasetten çok davranışlarımız üzerine bir şeyler paylaşmak istedim.

Mutlu olmanın kolay gözüktüğü bir dünyada yaşıyoruz yada dışarıdan bakıldığında mutlu olduğumuzun görünmesini istediğimiz. Peki gerçek mutluluğa sahip miyiz? Ben sanmıyorum, çünkü çoğunuzun bu konu üzerine hayatı boyunca hiç düşünmediğini biliyorum. Arkadaşlar nefes almak yaşamak değildir.

Şimdi niye böyle söylüyorum biraz açıklamam gerek yoksa bunu üstüne alınan çok olur. Evet nefes almak yaşamak değildir, hayaliniz var mı, peşinden koşuyor musunuz, gerçekten dünyaya bir faydanız oldu mu, bu konuda çabanız var mı, parayı pulu bir kenara bırakıp ideallerinizi yakalamak için cesaret edebilir misiniz vs..
Bu soruların hepsine birden sizin yerinize cevap veriyim; hayır...

Hayatlarımız çok sıradanlaştı, zaman aktıkça, teknoloji geliştikçe, ekonomik sistem her yere yerleştikçe, hayatlarımızın önemi kalmadı. Yani demek istediğim kendi fikirlerimizi, hislerimizi yaşamadığımız için önemsiz hale geldi. Burada benim canımı sıkan şey kimsenin bu konuda dürüst davranmaması.

Arada muhabbet edersiniz, bir çok şeyin yanlış olduğu, haksızlıklarla boğuştuğumuz, sistemin yanlış olduğu, sömürüldüğümüz gibi mevzular açıldığında herkes aynı düşünceye yaklaşır, sonra gel değiştirelim bazı şeyleri o halde dediğinizde bir anda yalnız kalırsınız..

Çünkü gerçek anlamda yaşamıyoruz. Bakın ben buna bencillikte demiyorum, hani insanların bir şeylerden vazgeçmek istememesi durumu vardır ya işte günümüzde o bencillikten değil, kendi fikrini yaşamayan insan bencil olabilir mi? Özellikle ekonomik sistemin ve bunun yanında din görüşünün toplumda oluşturduğu havaya insanlar doğdukları andan itibaren biat ediyor ve sorgulama mekanizması sıfırlanıyor.

Çoğunuz yazıyı buraya kadar okuduğunda için sen kimsin ya gibi şeyler geçirirsiniz bundan eminim, önemli değil ben devam edip iki örnek durumdan bahsedeceğim.

En başta mutluluk demiştik, sonra topluma kadar geldik, evet şimdi hepinizi yakalamak üzereyim.. Bakınız bir sınava girdiğinizi düşünün zayıf aldığınızı hayal edin, bu durumda ilk önce yaptığınız şey sizin gibi zayıf not alan başka kaç kişinin olduğunu öğrenmeye çalışmak, en yakın arkadaşlarınızın notlarına bakmak gibi davranışlardır. Burada açıkça bir kıyaslama durumu ortaya çıkar. Kendinizi başkalarıyla kıyaslarsınız ve bunun sonucunda içiniz rahatlar ya da stresiniz artar. Halbuki bu çok saçmadır, çünkü her koyun kendi bacağından asılır. Fırsatını bulursanız bir parka gidin ve çocukları izleyin, çocukken insani olarak kıskançlık vardır ama kıyas yoktur. Elinde şeker olmadığı için ağlar çocuk, şekeri diğerininkinden küçük olduğu için değil...

Birde bu tatmin duygusu var.. Çok para kazanabilirsiniz, harika bir yaşantınız olabilir, eşiniz güzel, kocanız yakışıklı, hatta 3 tane çocuğunuz bile olabilir, bir yatınız, süper bir işiniz vs. vs. Bakın yaşantınız yazıyor, hayatınız değil. Hayat canlılıktır, yaşantı hayatın maddelerle bir araya gelmesidir...

 Bu günlerde insanların tatmin olması için gerekenleri yazdım, daha da uzayabilir. Bunlarda inanılmaz boştur, çünkü ölünce trilyon dolarınızda olsa ölmüşsünüzdür. Trilyonlarınız çocuklarınıza kalır belki, sadece bununla anılırsınız, peki dünyaya değerli bir fikir, bir ağaç, bir eser bıraktınız mı, en azından dünyanın tadını çıkardınız mı? Paranın satın alamayacağı duygulardan haberdar mısınız, sebepsiz yere ağladınız mı yada kahkaha atarken gözleriniz doldu mu?...

Neyi anlatmak istediğimi umarım anlamışsınızdır ve umarım hayatınızı yaşarsınız..




22 Temmuz 2013 Pazartesi

Provakatör mü?

Kürt sorunu, barış süreci, çözüm süreci, Güneydoğu Anadolu sorunu vs. gibi bir sürü isimle lanse edilen bir problem yumağı var Türkiye'nin önünde ve bunun 29 yılında baş aktör pkk adlı terörist örgüt.

Ama bugünlerde öyle bir süreçten geçiyoruz ki 29 yıllık teröristler bugün baş tacı ediliyor bu ülkede hemde eski Genelkurmay Başkanı Silivri'de terörist olarak suçlanırken. Bunun sebebi nedir?

Büyük Ortadoğu Projesi olsun, Amerika'nın oyunu olsun, Avrupa Birliği karışsın, ne olursa olsun bu sürecin kontrolü Türkiye'nin elindedir. Eğer devlet olarak karar alınıp uygulanırsa böyle bir örgütün bu topraklarda barınamayacağını herkes biliyor. 2001-2002 yıllarında sıfıra inmiş bir örgüt şimdi toprak sevdasında.

Bu Kürt kökenli vatandaşlarımızın bir problemi değil, pkk onların temsilcisi değildir. Şimdi baktığımızda yalanlar üzerinden siyaset oyunlarıyla birşeyler yapılıyor ve insanlar kandırılıp yönlendiriliyor.

Bu olayın Irak ayağı, İran ve Suriye ayağıda var olmakla beraber beni ilgilendiren Türkiye topraklarıdır. Şimdi buna değinelim bir nebze.

Malum bölgede 2-3 günde bir bir eylem molotoflar taşlar havada uçuşuyor, silahlı ve düzenli birlikler devlet otoritesini tanımadan yollarda denetleme yapıyor ve daha pek çok şey varken, medyada sağolsun bunları 1 dakikalık yayınlarla geçiştiriyor. O sırada da bu terörist grubu provakatör olarak adlandırıyor. Dün akşam ki TRT-1 haberlerini bulup izlemenizi öneririm. Devlet televizyonu teröriste provakatör diyor.

Bunun sebebi malum, hükümet yani akp yanlış bir yola girdi ve bunu kabul etmiyor. Şimdi bunu sürdürmek zorunda yoksa verilen sözlerini tutmamış olacak ki kesinlikle inanıyorum bunun karşılığında bir çıkarıda vardır ve yaptırımlarda vardır. Neyse bir eylem yapılıyor, açıkça belli ki pkk destekli bir eylem ve silahlı insanlar var zarar veriyorlar etrafa. Devlette bunlara provakatör diyor, çünkü onlar barış sürecinin aslında iyi gittiğini ve bu insanların bu iyi gidişi sindiremeyen insanlar olduğunu lanse ediyor.

Bir kere kendi topraklarımız içinde bir savaş mı var ki barış süreci deniyor. Orada bir halk ayaklanması mı var nedir? Orada olan şey açık, bölgedeki çeşitli ülkelere yayılmış hem hükümet hemde dışarıdan destek alan 5-6 bin kişilik silahlı gerilla birlikleri, bunun yanında yeni filizlenmiş 1000 kadar kendilerinin polis dediği daha düzenli bir birlik ve bunların uzantısı olan şehir yapılanmasına dahil 10 bin kadar örgüt üyesi birde tabi ki mecliste bdp var. Bunlara artık provakatör deniyor, terörist değil.

Şimdi sayılar az ama ekonomik destekleri o kadar büyük ki bu örgütün, artık Türkiyenin elinde bulunmayan silahlarla dolaşıyorlar, üstüne üstlük her gün farklı bir şehirde büyük çaplı bir organizasyon kesinlikle yapılıyor, hesap edin siz para miktarını.

Sonuç olarak bu konuda sağduyu olmatansa artık aagresif davranılmasını isteyen bir vatandaşım. Düşüncelerimi paylaşan artık sabrı kalmamış hergün pkk haberini görmekten duymaktan bıkmış insanlarda çok fazla. Fakat bu hükümetin vatan hainlerinden oluştuğunuda biliyoruz. Bu sebeple çözüm sürecinin en başında hükümetin düşmesini hainlerin cezlandırılmasını temenni ediyoruz.

18 Temmuz 2013 Perşembe

Şeyhler Vadisi..

Türkiye tarihinin en karalık dönemi.. Son 10 yıllık Akp iktidarı.. Aksini hala iddia eden var ise Şeyhler Vadisini ya görmekten aciz  ya da görmek istemiyor..

Evet Şeyhler Vadisi.. Aynı dizide gördüğümüz gibi mafyasal bir örgütlenme, illegal işlerle çok yakından ilgilenme, haksızlık, adaletsizlik, namussuzluk hepsi bu vadide..

Şeyhler Vadisini biraz tanımak için yapılanmasına bakalım. Adı üstünde zaten başında zatı şahaneler bulunuyor ve onlara bağlı dalkavuklar var. Bunlar kan emici birer sülük gibi milletin vicdanına yapışmış, din diyerek, Allah diyerek, milletin özgürlüğünün ırzına geçiyorlar, yaşama haklarına tecavüz ediyorlar.

Bunu yapmak öle kolay değil, önce milletin gözünü görmez, kulaklarını duymaz, beyinlerini işlemez hale getirmeleri gerek ve bunu yaptılar. Şeyhleri icazet vermezse tuvalete gitmeyen bir yığınlar kümesi oluşturdular. İnsanların vicdanlarıyla oynayarak başardılar.

Din elden gidiyorlar ile yollara çıktılar Kubilay Asteğmen zamanında, o günler geçti bunlar dini kurtardığı gibi üstüne yenisini alasını inşa ettiler. Burda din üzerinden konuşmak istemem ama apaçık ortadaki İslam'da yeri olmayan her şeyi hak budur diyerek insanlara yedirdiler. Şimdi gerçeği anlatamadığınız yığınlar var, çünkü insanlar tanrılarından çok bu şeyhlere tapar oldular. Bu putperestlikten farklı mı? Tanrıyla birey arasına kim ne hakla girebilir, İslam'da bunun adı şirk koşmaktır.

Neyse vadiye dönelim... Bu vadinin ekonomisi şöyle işler. Yüzlerce yıldır köylünün çiftçinin ortak malı olan yaylaları, tarım arazileri, şirketlere 30-40 seneliğine kiralanır, o köylü ve çiftçiler acaba işsiz kalırlar mı diye düşünen olmaz.

Sonra bu vadinin kendini gizlemesi için siyasi organı var. Adı Akp. Bu organı meclise bir tümör gibi yayıldı, her seçimde daha da büyüdü, nasıl oldu bu iş, şeyhler emretti tebaaları Akp'ye oyunu verdi. Bu mecliste bütçe çalışmaları gibi ekonomik bir denetleme gerektiren hallerde olur. Denetlemenin olması bunların işine hiç gelmez. O zaman Sayıştayı ortadan kaldırırlar sorunda kalmaz.

Bunlar dini cihattan ibaret sanırlar. Fırsatını buldukça kan dökerler. Yahu kurban keserken bile hayvana şefkat gösterirsin de öyle kesersin kan dökersin, bunlar şeyhleri uğruna 19 yaşındaki Ali'leri sokak aralarında sopalarla döve döve öldürürler, bunlar milletin içinde Ethem'lerin kafasına sıkarak öldürürler, bunlar palalarla kadınları kovalar tekmeler sonra yaptığının arkasında duramayan kancıklar gibi yurtdışına kaçarlar.

Bunlar gerçekten alçak ve namussuzdurlar. Aslına bakarsanız tarif etmeye küfür bulamazsınız.

Şeyhler Vadisi, bir kolu da medyası. Kurşunları programları, gazetelerindeki manşetleri. Millet ya okumaz, ya okumaya zamanı yoktur hayat mücadelesinde, ya da gazete almaya parası yoktur. Bu yüzden bunlar gider gazetelerinin hepsine aynı manşeti attırırlar sayfalarının yarısı kadardır, gazete bayiilerinin önünden geçerken gözüksün diye, o da yeter kafa yıkamaya onların gözünde, işte düşünceleri bu kadar adice.

Daha var Şeyhler Vadisinden anlatacaklarım, şimdilik ön sevişmeyi yaptık sayalım.


14 Temmuz 2013 Pazar

Fikir Olmak..

Dünyayı baştan yapılandırmanız gerekmez, hükmetmeniz yeter... Evet bir ülke dünyayı kontrol etmek için dünyayı geliştirmez kendini geliştirir fakat hükmetmek için yıkar, insanlarda böyledir. Hayatlarına hükmetmek için kendini geliştirir ve tabuları yıkar, aksi halde kendi hayatını yaşamaz, resmi başkası çizer o sadece boyadır hayatı o kadardır, fırça olmak değil mesele, tutan el olmakta, onun bağlı olduğu vücut olmakta, beyin olmak yani fikir olmak gerekir.

Türkiye'de fikir olmak için kendini geliştirmek ve dini dogmaları, bürokratik engelleri, ekonomik zorlukları, etnik farkları ve daha pek çoğunu aşmak bütün tabuları yıkmak gerekir.

Bu milletin en büyük sorunu ne eğitimdir, ne ekonomidir, ne tarihidir, ne etnik yapısıdır, ne coğrafyasıdır ne de bunlar gibi rakamlarla, şekillerle, yazılarla ifade edilen şeylerdir.

Bizim sorunumuz bir fikir ortaya koyamamaktır. Bana kalırsa biz olan fikirleri kullanmaktan aciz hale geldik.

Örnek olsun diye eğitimden bahsedicem. Mustafa Kemal'in kendisinin ortaya koyduğu, Misak-ı Maarif'ten kaçımızın haberi var. Lütfedip okuyunuz ve kendinizi şu sözleri aklınızdan geçirirken bulacaksınız. Evet benim istediğim sistem budur, ama nerdeee bunu yapacak adam.. Mısak-ı Milli, Misak-ı İktisadi, Misak-ı Maarif, Misak-ı... Her konuda bir fikir bir plan bir sistem var arkadaşlar. Elimizin altında, hepimiz nerede olduğunu biliyoruz.

Bunları gerçekleştirmek için kahramana mı ihtiyacınız var? Açın Mustafa Kemal'in Söylev'ini okuyun, feyz alacağınızdan eminim, içinizde istek var ise.

Evet bizim her şeyimiz fazlasıyla var arkadaşlar. Ya bu temelden yola çıkalım ya da bunun daha üzerine çıkalım. Ama geri kalmayalım, korkarım ki günler yaklaşıyor, bu sömürü düzenine yeni dünya düzenine devlet olarak boyun eğmek durumunda kalacağız, o gün bu devleti yine bu millet ayağa kaldıracaktır, siyasetçileri ya da ekonomistleri değil, bizler yapacağız ve yine tam 100 yıl sonra dünyanın bütün sömürülen halklarına yine biz örnek olacağız.

Senaryo aynı, başta hainler yine var, etrafta düşmanlar yine var, aşırı zenginler azınlıkta aşırı fakirler çoğunlukta, etnik milliyetçilik aynı Osmanlı'nın sonundaki gibi başladı (Makedonya, Yunanistan, Bulgaristan, Ermenistan... unutmayın), sömürü başladı Düyun-u Umumiye neyse bu bankalarımızın özelleştirilmesi aynıdır....

Evet şimdi kahraman zamanı ve kahramanımız var. Atatürk.. Biz onun açtığı yoldan ilerlesek yetecek bütün bunları def etmeye, o yattığı yerden ölmeyen fikirleriyle hala dünyanın saygı duyduğu tek liderdir. Unesco 152 üye ülkesiyle 1981'de Atatürk'ün 100. doğum yıldönümünü bütün üyelerin kabul oyuyla kutlamıştır, bu o Amerikayı yönlendiren büyük şirketlerin planları için kurulan Birleşmiş Milletlerin bir kurumu olan Unesco'nun bu şekilde aldığı tarihteki tek karardır.

Anlayan anlamıştır..

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Demokrasi Treni!?

6 Eylül 1955 günü İstanbul Ekspres adlı gazete gün içinde 2. baskısını yapıyor ve o yılların şartlarında, 6 Eylül günü gazete 290bin den fazla satılıyor, normalde tirajı 30bin civarında. Olay nedir? Adnan Menderes Londra'da konferansta bulunan dış işleri bakanına Kıbrıs görüşmelerinde yardımcı olmak adına, 6 Eylül gecesi saat 00:04'te mit elemanlarına Selanik'teki Atatürk'ün evini bombalatıyor. Malum 6-7 Eylül olaylarıda bunun hakkında haber yapan gazetenin kışkırtmasıyla alevleniyor. Bu olaylarda İstanbuldaki Rumların evleri dükkanları yağmalanıyor. Tabi bunun planı 4 Eylül akşamı Florya'da hükümet üyelerinin katıldığı bir yemekte yapılıyor.

Şimdi bu adam asılmasa mıydı? Bu kadar ucuz bir oyun kurgulanır da bu açığa çıkmaz mı?

Peki günümüzde aynı şeyler yaşanmıyor mu? Reyhanlı? Uludere? Gezi Parkı? Suriyeli muhaliflere destek? Libyanın işgaline destek? Mübarek'in düşmesine destek? Özelleştirmeler? daha şimdi aklıma gelmeyen bir çok olay ve hepsinin sonunda medyanın gazetelerin ortak başlıklarıyla halkı yönlendirmesi?

Yahu her gün 7-8 gazete birebir aynı manşeti atıyor bu ülkede..  Bu zihniyet 58 yıl önce neyse hala aynı zihniyet değişmedi. Demokrasi treni!! Bunu unutmayın, aynen şöyle derler: Demokrasi bir trendir, gideceğimiz yere kadar biner gideriz sonrada iner işimizi yaparız.

Bu arada bunlar iş yaptıklarını zannederken, birde dış güçler var. Onlara sorun bu treni? Onlar der ki; biz trene binmeyiz rayları döşeriz..

Anlayan anlar artık...

Siliniyoruz..

68 yıldır Cumuhuriyetin değerleri, birikimleri siliniyor. Maddi değerlerin yok edilmesinden yani özelleştirmelerden daha önemlisi entellektüel birikimimiz yok ediliyor.

İnsanımız öğrenmekten kaçmakta. Özellikle gençlerimiz öyle bir hale getirildi ki, utanılacak haline sevinmekte ve daha da kötüsü farkında bile değil.

31 Mayıs 2013'ten başlayarak toplumda gençlerin önderliğinde bir hareket ortaya çıktı. Baskıya karşı bir başkaldırı niteliğinde gelişen bu hareketi tabii ki destekliyorum ve içinde bende bulundum ve fakat bu hareketin yönü nedir ve hedef nedir gibi önemli sorular var. Bu soruların cevapları ortaya konmadan bu hareketin etkin olmasını beklemek hayal olur.

Peki bu soruların cevapları var mı? Evet var. Fakat bu hareket içinde bir çok farklı görüşten insan vardı ve hareket belli bir zaman sonrasında bu farklı görüşten insanların isteklerini barındırmaya başladı. Yani aynı soruya her kesimin farklı bir cevabı vardı. Farklı isteklerin hedefleri de farklıdır.

Buradaki en büyük sorun bu hareket sonrasında kendine özgü bir düşünsel sistem oluşturulamamış olmasıdır. İşte bunun nedeni farklı kesimlerin farklı istekleri bir hareket içinde buluştuğunda, biraz ondan biraz bundan şeklinde bir boyut kazandırma sürecinin gerçekleşmeyecek olduğunu insanların görmemiş olmasıdır ki bu çok üzücüdür.

Bir motivasyonla bir patlamayla sokaklara çıkan bir toplum fakat ulaşılmak istenen yer belirsiz. Bu yanlış bir hareket biçemidir. Şimdi şöyle bir söz grubu oluştu, bu bir özgür halk hareketidir, bunun dayandığı bir nokta yoktur, biz baskılara karşı duruyoruz vs..

Arkadaşlar çok nettir ki bu çok çok hatalı bir bakış açısıdır. Tarihte her hareket belirli prensiplerle yürür ve belirli hedefleri vardır. Yoksa kafası kesilen horozun etrafta bilinçsizce dolaşıp, sonra yere kapaklanmasından başka bir sonuç beklemek hayaldir.

Burada görülmeyen bir şey daha var ki o daha da vahim. Bakınız bu şekilde gelişen bir hareketin hükümet tarafından kontrol edilmesi imkansızdır. Çünkü bu hareketin içinde hangi kesimin isteğine evet denirse artık bunun arkası yoktur herşeye evet denilmek zorunda kalınır. Hükümet bunu kontrol edemez, fakat YÖNLENDİREBİLİR!!

Yönlendirmektedir, ilk günlerde konuşulanları hatırlayın ve şimdi konuşulanlara bakın, hareketin nerden nereye geldiğine bakın. Baskı sonucu patlayan bir toplum hareketinden, şimdi günlük yaşanan olaylara tepki veren bir hareket haline geldi. Çizilmek istenen bir tablo ortaya koyulmadı ve renklerin içinde yavaş yavaş her gün kayboluyoruz.

İşte bilgi yani entellektüel birikim yani gerçek bireysel gelişimden uzaklaştıkça, ekonomik kaygılar yüzünden dini dogmalar yüzünden topluma tesir etmeye çalışan aşırı akımlar yüzünden bilgiden bunun birikiminden ve bu birikimin yorumlanması kullanılmasından uzaklaştıkça, fikir üretemez hale geliyoruz.

Hareket yavaş yavaş siliniyor, bizlerde siliniyoruz. Ama ben inanıyorum ki bir gün gelecek ve gençlik bilgiye acıkacak işte o gün göreceksiniz, gençlerin kalemi silgisinden büyüktür.

9 Temmuz 2013 Salı

Cemaat mi? Örgüt mü? Parti mi? || Hiçbiri mi?

Toplumlar içlerinde çok farklı görüşte insanlar barındırırlar. Her konuda anlaşmalarını beklemek hayalcilik olur. Fakat şimdi Türkiye zor günler geçirmekte ve bu konuda herkesin ve herkesimin hem fikir olduğunu düşünüyorum.
Bu zor günlere gelirken devlet bir çok olay atlattı, son zamanlardaki karmaşıklığın ana sebebiyse bir kaç ay öncesine kadar Ergenekon davası ile ilgili yaşananlardı. Bir örgütten bahsedildi. Çoğu kişi bundan 40 yıl öncesinden itibaren böyle bir oluşumdan bahsetmekte, fakat ifşa edilmemiş, şu an hapiste olanlarsa aslında bir cambaza bak durumunda cambaz rolündeler. Eğer örgüt varsa asıl suçlunun onlar olmadığını söylemek yanlış olmaz çünkü kanıt sunulabilmiş değil. Sonuçta böyle bir örgüt var ya da var olduğu düşünülüyor ve araştırmalar son hızla devam etmekte..
Peki bunun haricinde sorun yaratan bir hükümet yok mu bu devletin başında? Onları neden kimse araştırmıyor? Nereden geldiler, amaçları nedir, görüşleri nelerdir, bunlar ortaya konuldu mu? Hayır, sadece insanların kafalarında bir imaj var, fakat bilgi yok veyahut çok az.
Şimdi günümüzden geriye doğru ilerleyerek gelinen noktayı aydınlatmak ve sonra kaseti geleceğe sararak varılmak istenen noktayı tahmin etmeye gayret gösterelim. Yazının sıkmaması için ayrıntıyı azaltmaya çaba sarf edeceğim.

Son 11 yıldır akp iktidarı var ve bir cemaat bağlantısından söz ediliyor. Gülen hareketi olarak adlandırılan bir bağlantı. Ve onun temelinde de Nur cemaati.

Öncelikle nur cemaatine göz atalım. Said Nursi tarafından kaleme alınan Risale-i Nur Külliyatı esas alınarak hareketlerine yön veren bir topluluk. Onun ölümüyle birlikte Zübeyir Gündüzalp iç işleri ve Av.Bekir Berk dış işleriyle ilgili olarak topluluğun başında bulundular. Ve süreç içerisinde cemaat okuyucular ve yazıcılar olarak ikiye bölündü. İşte Fethullah Gülen okuyuculardan idi ve daha sonra Nurculuk temelinde kendi hareketini geliştirdi. Okuyucular külliyatın Latin harfleriyle basılmasını, yazıcılar ise Osmanlı harfleriyle basılmasını ve sonuçta o şekillerde dağıtım yapılmasını savunan gruplardı.
Şimdi Said Nursi'ye dönerek onun etkilendiği akımı bulalım. Abdulkadir Geylani'nin Fütuh'ul Gayb adlı eseriyle, Risale-i Nur Külliyatındaki benzerlikleri araştırırsanız farketmeniz çok kolay olacaktır. Geylani Kadirilik'in önderidir. Soyu Hasan bin Ali (sünni kesime göre 5.halife şii kesime göre 2. imamdır) 'ye uzanır. Yani peygamber soyundandır. Annesi Fatıma ümm-ül-hayr olarak bilinir, babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Yani Geylani hem seyyid hem şeriftir.

Peki Geylani hangi akımlarla bağlantılıdır. Hoca Ahmed Yasevi'ye yani sufiliğe, yani Salman-ı Farisi ile bağlantılıdır. Salman-ı Farisi Sufilik için önemli bir zattır. Bunun yanında Nakşibendilikte 3 ayrı görüşe göre de Silsile-i Saadat'ta 3. sırada gelmektedir. Sünnilik için önemli olması buradan açıktır. Ayrıca Ali'ye yoldaşlığıyla bilinir ki Şiiler içinde önemli yer tutar. O peygamber tarafından devlet yönetimi için görevlendirilmiştir.

Evet dayanak noktaları gerçekten hoş olan bir akıcılık içinde Said Nursiye kadar gelen bazı görüşler onun ölümüyle beraber farklılaşma başladı, fikirler çatıştı, ve sonuçta bölünmeler oldu. İşte bu bölünmelerden ortaya çıkan Gülen hakkında biraz bilgi daha.

5 Mayıs 1971 tarihinde, 12 Mart döneminde askeri cuntanın isteğiyle TCK'nın 163. maddesinden tutuklandı. 7 ay tutuklu kaldıktan sonra, 5 Kasım 1971 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı ve 1974 yılında beraat etti.

TCK 163. madde ne diyor?
"Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla, dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek (...) propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse, beş yıldan on yıla kadar hapisle cezalandırılır"

Devam edelim, 25 Şubat 1925'te Hıyanet-i Vataniye Kanunu'na eklenen bir madde ile "dini ve mukaddesatı siyasi amaçlara esas ve alet etmek maksadıyla cemiyet kuranlar" da vatan hainliği kapsamına alınmış ve idamla cezalandırılmıştır.

2 sayılı Hıyanet-i Vataniye Kanunu 12 Nisan 1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu düzenlemesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.

28 Şubat sürecinde 2000 yılında Türkiye Cumhuriyeti'ni devirmek amacıyla yasadışı terör örgütü kurmaktan Gülen aleyhine dava açılmış, bu dava önce 2000 yılı Aralık ayında çıkan af ile askıya alınmıştır. Daha sonra 2006 yılında Terörle Mücadele Kanununda yapılan değişiklik sonrasında Gülen'in avukatlarının başvurusu nedeniyle yeniden görülmüş; 2008 yılında cürüm ve şiddete başvurarak teşekkül oluşturduguna dair delil olmadığından yeni terörle mücadele yasasına göre beraat etmiş ve karar Yargıtay Ceza Genel Kurulunca da oybirliği ile onanmıştır.

""""Şimdi elimizde tek dayanak olarak Anayasa’nın, "dinin siyasete alet edilmesini" yasaklayan 24’üncü maddesi var.""""

Devam edelim yasaların hangi amaçlarla yapıldığı ve ne zaman değişikliğe uğradığı konularını biraz daha açalım. Olayın içine yavaş yavaş siyaset bulaşıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi bir çok tarihçi tarafından farklı şekilde kısımlara ayrılmıştır, genel kabul görenleri de elbette vardır. Ben ise 2ye ayırıyorum, 1945 öncesi ve 1945 sonrası olarak. Eğer objektif bir bakış açısıyla araştırmalarınızı yaparsanız, görebileceğiniz gibi ilk dönemin tüm kazanımları 1945 yılı sonuyla beraber tasfiye edilmeye başlandı. Fakat yapılan çokmuş, hala bu süreç bitmedi(!!).

Bu süreçte öne çıkan siyasiler,
İsmet İnönü
Adnan Menderes
Süleyman Demirel
Bülent Ecevit
Turgut Özal
Alparslan Türkeş
Necmettin Erbakan
Tansu Çiller
Mesut Yılmaz
Devlet Bahçeli
Recai Kutan
Tayyip Recep Erdoğan
Deniz Baykal... Şimdi Gruplara ayıralım Türkeş ve Bahçeli ilk göze çarpan. İnönü, Ecevit ve Baykal'ı aynı gruba atalım. Geriye kalan isimleri tek tek değerlendirmek zorunda kalırsınız, çünkü kesinlikle ayrılmışlardır. Örnek Erdoğan Erbakan'dan ayrılmıştır. Kutan ve Demirel aynı siyasi olguyu kullanmaz. Ben ortak noktalarını yazayım, Din ve Ekonomi üzerinden siyaset... Merak etmeniz durumunda hangi grubun daha fazla iktidarda olduğunu öğrenebilirsiniz. Yani kim gerçekten zor günlerin sorumlusudur???

Sonuç olarak Türkiye'nin asıl problemi bir partinin bir örgütün yada bir cemaatin sorun yaratması değildir, cemaat, partiler ve örgütler, çok fazla sayıdadır. Kişiler geçer, isimler değişir, cemaatlerde bile farklı görüş olur. En önemlisi ise devletin bir stratejisi bir ülküsü olmasıdır. Bugün devlet dışarının yani şirketokrasinin planlarını uygulamaktadır. Hükümet ise bu süreçte yeniden Osmanlı hayaline kapılmış durumdadırlar. Burada hangi devletin olduğu değil şirketokrasi için ne yaptığının önemi vardır. Buna dahil olamak ya da bağımsız olmak devletin kararıdır. Ben bunu isterim bizim ülkemizin ülkü huzur olsun dilerim.

Erol KÖK

7 Temmuz 2013 Pazar

Darbe Günlükleri | Mısır Devriminin Anlamı..

Öncelikle darbenin ne olduğunu kavramak gerek, darbe sadece askeri midir? Başka çeşitleri var mıdır? Neye karşı yapılır?

Genel olarak düşünülen, hep asker tarafından, kendilerine uymayan bürokrasiyi gördüklerinde egemenliğe el koymaları olur. Bu kadar basit olmadığını düşünüyorum.

Mısırda olanı darbe olarak yorumlayan zihniyeti öncelikle kınıyorum ve bu hareketin özgürlük aşığı insanların kafalarını karıştırmaması gerektiğini düşünüyorum.

Yönetim şekli bir kılıftır. Yaşanan şey bir isimle bir olguyla sınırlanamaz. Demokrasi denen şey insanların oy birliğiyle kendilerine yönetici seçmesidir, aşağılık bir sistemdir. Çünkü seçilmek için elinde güç olması gerekir. Bu günümüzde paradır. Reklamını yaparsın para harcar başa geçersin, sonrada zararını gidermek için insanları sömürmeye başlarsın. Basit.

Mısırda yaşananlardan öncesini değerlendirelim. İnsanların kafalarında bir Amerika olgusu var. İşte süper güç, yeni dünya düzeni, büyük ortadoğu projesi vs. Bunlar dışarıdan algılanan şeyler, fakat Amerika değil stratejileri insanlar geliştirir. Bu ddevleti yönetimi üzerinde söz sahibi olan başkanlarından çok büyük küresel şirketlerdir. Onlar ne isterse o olur. Bu gerçektir. Merak eden araştırıp görebilir.

Bu büyük şirketler özellikle enerji alanında ve değerli madenler alanında gelişmişlerdir. Buna uygun olarak kendi stratejilerini oluşturur ve lobi yaparak bunu hükümetlerin uygulamasını sağlarlar. Çünkü silahlı güç meşru olarak devletin elinde bulunur, gerçi bu silahlarıda onlar satar ama, kendilerine paralı ordular kuramazlar, askerde bulamazlar haklı bir nedende gösteremezler.

İşte amerikada bu planları uygular. Şimdi ortadoğuda enerjiyle ilgili ne varsa ellerine geçirebilmek için bir plan yürüttüler. Peki halkları nasıl uyutacaklardı? Ilımlı islam diye bir olgu ortaya atıldı bazı ülkelerde bizde dahiliz. Bazılarında diktatörler oluşturuldu. Bazılarında iç savaş çıkartıldı. Fakat önemli bir şeyi unuttular yada üstesinden gelemediler.

Bu topraklarda 3 medeniyet çok eski ve köklüdür. Anadolu, İran ve Mısır... Kültürü yenemediler. Mısır herşeyden önce kendine has bir tanrı olgusunu bin yıllarda geçse içinde taşıyacaktır. Burada dinle oyun oynamak ve insanları kamplaştırmak yanlış bir seçimdir. Müslüman kardeşleri desteklediler, baş getirdiler ama o topraklardaki insanların yüzde 35'i hristiyanken niye din odaklı bir hükümet başta kabul edilsinki. Ayrıca etnik olarak bakarsanız bir Mısırlı bir mısırlıdır. Onlara arap, yahudi, fransız vs. bişey diyemezsiniz, onlar mısırlıdır. O köklerinede bağlı olacaklardır elbette.

Şimdi ordu geldi ve olması gerekeni yaptı, yanlış hükümet vardı onu ortadan kaldırdı. Umarım yerine yine din merkezli bir hükümet ortaya çıkmaz orada, bu yeniden bir darbeye yol açar. Oradaki iç savaşıda kimse desteklemiyor Suriyede ki gibi değil yani. Orada insanlar kamplara ayrıldılar hemde demokratik olarak şimdi bunun farkına varana kadar kendilerini yerler.

Türkiye'den bakınca ben günümüzde sol cephe diyebileceğimiz özgürlükçü kesimin (ki bu yanlıştır özgürlükçünü tarafı olmaz Türkiye'de böle ayrılmış) bu hükümet düşürülmesi olayını desteklemelerini beklerdim. Bu darbe özgürlük kısıtlansın diye değil yanlış olan düzelsin diye yapıldı. Her darbe yanlış olamaz!!

Peki bu niye oldu çünkü abd'nin planı tutmadı, yeni plana geçiş yaparkende eskileri yok etmeleri lazımdı. Ben şimdi merak ediyorum, ordusu amerika odaklı bir ülke olan mısırdaki bu devrim sonucu islami hareket hükümetten alındı ve buna akp ne tepki verecek..Tabii ki karşı çıktı yine göz boyaması gerek hemen demokrasiye büyük darbe vuruldu şekline getirildi olay. Halbuki asıl amaç abdnin aynı oyunu burada oynamasını istememeleri çünkü başa onlar getirdi şimdi onlar tasfiye ediyor. Bu sebeple araları kesinlikle açılmıştır.

Amerika ve Türkiye şu anda müttefik gibi hareket edemez. Suriyedeki muhaliflere edilen yardımda bu hükümetin amerikayla ortak yapacağı son çalışma oldu zaten oda bir işe yaramadı görüldüğü üzere.

Mısır öyle, İrana dokunamadın, Türkiye'de uyanıyor. Herkes hazır olsun hükümet yakında değişiyor.