9 Temmuz 2013 Salı

Cemaat mi? Örgüt mü? Parti mi? || Hiçbiri mi?

Toplumlar içlerinde çok farklı görüşte insanlar barındırırlar. Her konuda anlaşmalarını beklemek hayalcilik olur. Fakat şimdi Türkiye zor günler geçirmekte ve bu konuda herkesin ve herkesimin hem fikir olduğunu düşünüyorum.
Bu zor günlere gelirken devlet bir çok olay atlattı, son zamanlardaki karmaşıklığın ana sebebiyse bir kaç ay öncesine kadar Ergenekon davası ile ilgili yaşananlardı. Bir örgütten bahsedildi. Çoğu kişi bundan 40 yıl öncesinden itibaren böyle bir oluşumdan bahsetmekte, fakat ifşa edilmemiş, şu an hapiste olanlarsa aslında bir cambaza bak durumunda cambaz rolündeler. Eğer örgüt varsa asıl suçlunun onlar olmadığını söylemek yanlış olmaz çünkü kanıt sunulabilmiş değil. Sonuçta böyle bir örgüt var ya da var olduğu düşünülüyor ve araştırmalar son hızla devam etmekte..
Peki bunun haricinde sorun yaratan bir hükümet yok mu bu devletin başında? Onları neden kimse araştırmıyor? Nereden geldiler, amaçları nedir, görüşleri nelerdir, bunlar ortaya konuldu mu? Hayır, sadece insanların kafalarında bir imaj var, fakat bilgi yok veyahut çok az.
Şimdi günümüzden geriye doğru ilerleyerek gelinen noktayı aydınlatmak ve sonra kaseti geleceğe sararak varılmak istenen noktayı tahmin etmeye gayret gösterelim. Yazının sıkmaması için ayrıntıyı azaltmaya çaba sarf edeceğim.

Son 11 yıldır akp iktidarı var ve bir cemaat bağlantısından söz ediliyor. Gülen hareketi olarak adlandırılan bir bağlantı. Ve onun temelinde de Nur cemaati.

Öncelikle nur cemaatine göz atalım. Said Nursi tarafından kaleme alınan Risale-i Nur Külliyatı esas alınarak hareketlerine yön veren bir topluluk. Onun ölümüyle birlikte Zübeyir Gündüzalp iç işleri ve Av.Bekir Berk dış işleriyle ilgili olarak topluluğun başında bulundular. Ve süreç içerisinde cemaat okuyucular ve yazıcılar olarak ikiye bölündü. İşte Fethullah Gülen okuyuculardan idi ve daha sonra Nurculuk temelinde kendi hareketini geliştirdi. Okuyucular külliyatın Latin harfleriyle basılmasını, yazıcılar ise Osmanlı harfleriyle basılmasını ve sonuçta o şekillerde dağıtım yapılmasını savunan gruplardı.
Şimdi Said Nursi'ye dönerek onun etkilendiği akımı bulalım. Abdulkadir Geylani'nin Fütuh'ul Gayb adlı eseriyle, Risale-i Nur Külliyatındaki benzerlikleri araştırırsanız farketmeniz çok kolay olacaktır. Geylani Kadirilik'in önderidir. Soyu Hasan bin Ali (sünni kesime göre 5.halife şii kesime göre 2. imamdır) 'ye uzanır. Yani peygamber soyundandır. Annesi Fatıma ümm-ül-hayr olarak bilinir, babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Yani Geylani hem seyyid hem şeriftir.

Peki Geylani hangi akımlarla bağlantılıdır. Hoca Ahmed Yasevi'ye yani sufiliğe, yani Salman-ı Farisi ile bağlantılıdır. Salman-ı Farisi Sufilik için önemli bir zattır. Bunun yanında Nakşibendilikte 3 ayrı görüşe göre de Silsile-i Saadat'ta 3. sırada gelmektedir. Sünnilik için önemli olması buradan açıktır. Ayrıca Ali'ye yoldaşlığıyla bilinir ki Şiiler içinde önemli yer tutar. O peygamber tarafından devlet yönetimi için görevlendirilmiştir.

Evet dayanak noktaları gerçekten hoş olan bir akıcılık içinde Said Nursiye kadar gelen bazı görüşler onun ölümüyle beraber farklılaşma başladı, fikirler çatıştı, ve sonuçta bölünmeler oldu. İşte bu bölünmelerden ortaya çıkan Gülen hakkında biraz bilgi daha.

5 Mayıs 1971 tarihinde, 12 Mart döneminde askeri cuntanın isteğiyle TCK'nın 163. maddesinden tutuklandı. 7 ay tutuklu kaldıktan sonra, 5 Kasım 1971 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı ve 1974 yılında beraat etti.

TCK 163. madde ne diyor?
"Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla, dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek (...) propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse, beş yıldan on yıla kadar hapisle cezalandırılır"

Devam edelim, 25 Şubat 1925'te Hıyanet-i Vataniye Kanunu'na eklenen bir madde ile "dini ve mukaddesatı siyasi amaçlara esas ve alet etmek maksadıyla cemiyet kuranlar" da vatan hainliği kapsamına alınmış ve idamla cezalandırılmıştır.

2 sayılı Hıyanet-i Vataniye Kanunu 12 Nisan 1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu düzenlemesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.

28 Şubat sürecinde 2000 yılında Türkiye Cumhuriyeti'ni devirmek amacıyla yasadışı terör örgütü kurmaktan Gülen aleyhine dava açılmış, bu dava önce 2000 yılı Aralık ayında çıkan af ile askıya alınmıştır. Daha sonra 2006 yılında Terörle Mücadele Kanununda yapılan değişiklik sonrasında Gülen'in avukatlarının başvurusu nedeniyle yeniden görülmüş; 2008 yılında cürüm ve şiddete başvurarak teşekkül oluşturduguna dair delil olmadığından yeni terörle mücadele yasasına göre beraat etmiş ve karar Yargıtay Ceza Genel Kurulunca da oybirliği ile onanmıştır.

""""Şimdi elimizde tek dayanak olarak Anayasa’nın, "dinin siyasete alet edilmesini" yasaklayan 24’üncü maddesi var.""""

Devam edelim yasaların hangi amaçlarla yapıldığı ve ne zaman değişikliğe uğradığı konularını biraz daha açalım. Olayın içine yavaş yavaş siyaset bulaşıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi bir çok tarihçi tarafından farklı şekilde kısımlara ayrılmıştır, genel kabul görenleri de elbette vardır. Ben ise 2ye ayırıyorum, 1945 öncesi ve 1945 sonrası olarak. Eğer objektif bir bakış açısıyla araştırmalarınızı yaparsanız, görebileceğiniz gibi ilk dönemin tüm kazanımları 1945 yılı sonuyla beraber tasfiye edilmeye başlandı. Fakat yapılan çokmuş, hala bu süreç bitmedi(!!).

Bu süreçte öne çıkan siyasiler,
İsmet İnönü
Adnan Menderes
Süleyman Demirel
Bülent Ecevit
Turgut Özal
Alparslan Türkeş
Necmettin Erbakan
Tansu Çiller
Mesut Yılmaz
Devlet Bahçeli
Recai Kutan
Tayyip Recep Erdoğan
Deniz Baykal... Şimdi Gruplara ayıralım Türkeş ve Bahçeli ilk göze çarpan. İnönü, Ecevit ve Baykal'ı aynı gruba atalım. Geriye kalan isimleri tek tek değerlendirmek zorunda kalırsınız, çünkü kesinlikle ayrılmışlardır. Örnek Erdoğan Erbakan'dan ayrılmıştır. Kutan ve Demirel aynı siyasi olguyu kullanmaz. Ben ortak noktalarını yazayım, Din ve Ekonomi üzerinden siyaset... Merak etmeniz durumunda hangi grubun daha fazla iktidarda olduğunu öğrenebilirsiniz. Yani kim gerçekten zor günlerin sorumlusudur???

Sonuç olarak Türkiye'nin asıl problemi bir partinin bir örgütün yada bir cemaatin sorun yaratması değildir, cemaat, partiler ve örgütler, çok fazla sayıdadır. Kişiler geçer, isimler değişir, cemaatlerde bile farklı görüş olur. En önemlisi ise devletin bir stratejisi bir ülküsü olmasıdır. Bugün devlet dışarının yani şirketokrasinin planlarını uygulamaktadır. Hükümet ise bu süreçte yeniden Osmanlı hayaline kapılmış durumdadırlar. Burada hangi devletin olduğu değil şirketokrasi için ne yaptığının önemi vardır. Buna dahil olamak ya da bağımsız olmak devletin kararıdır. Ben bunu isterim bizim ülkemizin ülkü huzur olsun dilerim.

Erol KÖK

1 yorum:

  1. Kardeşim güzel yazı... Ancak o kadar derinlere inmeye gerek yok bence. Bugün bırak Anayasanın 24 ncü maddesini, bırak TCK 163 ü; Anayasanın 2 nci maddesini kaybediyoruz! Hukuk devleti ibaresi artık sadece yazıdan ibaret! Hukuk hükümetin istekleri doğrultusunda ilerliyor. Ergenekon ve balyoz sadece 2si...

    YanıtlaSil