31 Ağustos 2013 Cumartesi

Tayyip'in Suriye Oyunu

900 kilometrelik sınırımız kan gölüne dönmüş durumda. El-Kaidesinden, Özgür Sıçanlar Ordusuna, Mossad Ajanlarından, Hizbullaha, Suriye Ordusundan, Pkksına kimin elinin kimin cebinde olduğu belirsiz bir iç savaş yaşanıyor Suriye'de.

Kocaları öldürülen kadınlara mülteci kamplarında, kendi mahallelerinde, göç yollarında tecavüz ediliyor, genç kızlar toplanıp Kuveyt emirlerine birer mal gibi satılıyor, küçük çocuklar annesiz babasız, açlık baş gösteriyor, pislik ve hastalıkla boğuşuyorlar.

Bunların hiç birini hak etmeyen bir Suriye halkı, oyuncuların zar atmasını bekliyor, kaderlerini değiştirecek güçleri yok iç savaştalar. Yığınaklar yapılıyor, uçak gemileri Akdeniz'e geldi, Patriotlar aylar öncesinden Türkiye'ye yerleştirildi, Ruslar tepkili onlarda denizlerde, İngiliz ve Fransız halkı sokaklara indi, biz bu yalanı daha önce Irak'ta gördük kimyasal silah oyununa gelmeyiz diyor.

İşte bu iç savaşın baş oyuncusu ABD, ama savaşın yıldızı Tayyip. Hani okey masasında oynarken telefonun çalar 5-10 dk bir yerlere gidecek olursun, yerine yancı bakar. İşte ABD asıl oyuncu yancısı da Tayyip.

El-Kaide'yi 2,5 yıldır besliyor el altından, onları mit ajanlarıyla antremanlıyor. Paralar Suudilerden geliyor, silahlar ve eğitim Tayyip'in sisteminden. Ortalık karma karışık, strateji yapılamaz bir hal aldı, yancı elindeki okeyi yana attı. Yetiş ABD diyor şimdi, gel de bu oyunu kurtar.

Mursi indirildiğinde ABD'ye çatan Tayyip nerede? Şimdi gel buraya Suriye'yi temizle diyen Tayyip nerede?

Ve onun alimleri gazete köşelerinde, bu ümmet olmadı gelin biz yeni bir ümmet dizayn edelim demeye başladılar. Müslümanlar birbirini öldürüyor, buna lafınız ne zaman olacak? Ey Tayyip sen ne zaman doğru iş yapacaksın? Hiç bir zaman...

Bunların hayali sünni bir Osmanlı kurmaktı en başından beri, ABD ise buralardaki enerjiyi istiyor. Şimdi Suriye'deki Şii halkı katlediyorlar bir iç savaşla, mezhepler savaşıyor, hani geçenlerde medeniyetler ittifak ediyordu ya, küffarla ittfak gelsin paralar, Şii mi kes kafasını.. Bu Tayyip gitmeden bu iş düzelmez zaten..

Tayyip derken birisi sandınız siz ama o bir topluluk,
T-ürkiye
A-hlaksızlık
Y-ancılık
Y-iyicilik ve
İ-rtica
P-artisi.. Tayyip.. AKPKK gibi bişey bu işte, daha az üyesi var, eş dost Amerika'dan bir şeyh falan var yani..

Senin hayalini kurduğun Osmanlı'da güzel bir laf vardır Tayyip, Şark Kurnazı derler senin gibilerine, kafası basmadan fikir üretir, yüzer kuyruğuna gelir bi bakar içeri girmiştir ;)

Haydi eyvallah..

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Suriye Savaşı

Son iki buçuk yıldır güney komşumuz Suriye'de bir iç savaş yaşanıyor. Bu iç savaş bölgedeki devletler tarafından yönlendirilmeye çalışılırken, Amerika, İngiltere, Fransa gibi Nato bağlarıyla bizim müttefikimiz olan devletler aktif bir askeri harekette bulunmadılar. Ama işte o bölgedeki devletlerin siyasi kontrolü ellerindeydi ve bu uydu devletler onların doktrinlerini yerine getirme çabasıyla bu iki buçuk seneyi geçirdiler.

Fakat anlaşıldı ki uyduları bu işi halledemediler ve şimdi kendileri askeri harekata girişmek için hazırlıklara başladılar. Kimyasal silah bahanesi aynı Irak savaşında olduğu gibi kullanılıyor. Bu sefer kendi destekledikleri Esad karşıtı güçler tarafından kullandırdıkları kimyasal silahın yol açtığı insan katlini Esad'ın üzerine yıkmak gibi bir strateji belirleyerek, kendilerini dünya kamuoyunda haklı gösterme niyetindeler.

Bu bölgedeki beceriksiz uydulardan biri olan Türkiye ise bu olayın en kritik aktörlerinden biri konumunda. İran'ın böyle bir müdahale istemediği, Rusya'nın dünya politikalarına aykırı olan bu hareketliliğe karşı olduğu aşikarken, Türkiye gafil hükümetin yaptığı hataların ve hainliğin faturasını ödemeye çok yaklaştı.

Ekonomik olarak sorunlar yaşadığımız bu günlerde çıkacak bir savaşın altından kalkarken mağdur olacak taraf yine halk olacaktır. Bu savaşla birlikte yıllardır diplomatik yollarla uydu olarak kullanılan Türkiye, üslerini efendilerine açacak ve geri dönüşü olmayan bir yıkım sürecinin fitili ateşlenmiş olacaktır.

İki buçuk yıllık bu sürecin en kötü aktörü de yine Türkiye olacaktır. Toz duman yere çöktüğünde, Suudi paralarıyla Suriyeli muhalif güçlere askeri eğitimler ve teçhizat sağlayan Türkiye'nin imajı dünyada sıfırlanacaktır.

Yıllarca din elden gidiyor diyerek iktidara gelen zihniyet, benimsediği dinin gereklerini yerine getirmek bir kenara dursun, hem vatan hainliği hem de din kafirliği yaparak bu topraklarda üzerine tükürülecek bir mezar bile hak etmediğini kanıtlamıştır.

Aymazlıkla dolu 11 yıllık sürecin sonunda artık kapının kendilerine göründüğünü fark edenler son şakalarını yapmak arzusundadırlar. Fakat algıları ve zekaları olayların hangi raddede gelişebileceğini göremeyecekleri kadar sınırlı olan bu zihniyet mensupları, mezhep kavgasını, ırk ayrımını, millet yerine köle kavramını bu bölgeye getirdikleri için kendileriyle gurur duyabilirler.

Bu savaş gerçekleştiği takdirde bir Vietnam, bir Irak, bir Somali, bir Afganistan gibi olmayacak. Artık zaman gelmiştir ve fitil ateşlendiğinde tarihe 3. Dünya Savaşı olarak geçecek bir savaşın tam ortasında kalmış olarak en büyük yıkıma uğrayacağımız kesindir.


27 Ağustos 2013 Salı

Ekonomik Kriz Geliyor - 2

Bu konuda paylaştığım ilk yazıda, Türkiye'deki siyasi durumun ekonomi üzerindeki etkisinden ve bunun doğuracağı sonuçlardan bahsetmiştim. Devam niteliğini taşıyan bu paylaşımda ise dünya ve Türkiye piyasalarında olup bitenler ve bunların ekonomimize olumsuz etkilerine değineceğim.

Ekonomik kriz geliyor şeklinde bir öngörüye dayanarak yazdığım yazıların temeline inersek, 2008'de dünya çapında oluşan ekonomik krizden bahsetmem gerekecek. 2008 yılında halk olarak biz fark etmemiş olsak da 1929 yılındaki New York Stock Exchange'te meydana gelen ve Büyük Buhran olarak adlandırılan olaydan çok daha büyük sonuçları olan bir kriz meydana geldi.

Amerikanın 4. en büyük yatırım bankası Lehmann Brothers battı, 27 milyon ABD vatandaşı işsiz kaldı, sadece California'da haftada ortalama 30 ailenin evine haciz geldi ve bu insanlar evsiz kaldılar. Sebep neydi?
Mortgage..

Risk yönetimi kurallarını gevşek şekilde sürdüren bankalar ve aracılar ödeme durumunda zorluk yaşayacak insanlara bile krediler verdiler. Bu ABD özelinde bir durum değildi, Londra ve Paris bundan en az ABD kadar etkilendi. Fransa'da kapatılan Caterpillar fabrikasının işçilerinin şirket Ceo'sunu yaklaşık 2 gün boyunca rehin almış olması durumun ciddiyetini gözler önüne sermeye yeter.

Peki Türkiye'de neler olup bitiyor.. ABD o krizin etkilerini azaltmak için piyasaya FED aracılığıyla dolar sürmeye başladı, bunun dolar fiyatını ülkemizde aşağıya çekmesi beklenirdi, fakat bir etkisi olmadı. Ama 5 sene sonra bugün FED piyasadaki doları azaltacağını geri çekeceğini açıkladığı anda bakınız dolar fiyatı Türkiye'de tırmanışa geçti.

Bu yazıyı yazmaya başladığımda gece 03:00 sularıydı uyuyakaldım, sabah uyandım, kahvaltımı yapıp televizyonu açtığımda Türk Lirası dolar karşısında düne göre yüzde 2 değer kaybetmişti. Şu an da 2.03 civarında bir pariteden bahsediyoruz...

Faiz oranlarımız yüzde 2-5-10 yıllık devlet tahvillerinde yüzde 10 seviyesinde.. Yani para çekebilmemiz için bu oranlar yükseliyor, birisi 1000 tl tutarında tahvil alırsa, 2 sene sonra 1100 tl tutarı geri alacak. Yani havadan kazanacak. Peki biz bu 1000 tl lik yatırımla 2 senede 100 tl kazanbiliyormuyuz?
Cevap : HAYIR..
Çünkü gelen para ya yolsuzlukla ülke içinde kayboluyor ya da diğer ülkelerden aldığımız borçlara ve bunların faizlerine gidiyor..

Borsamız önceki 13 ayda 30 bin puan artış gösterdi, ve son 3 ay içinde gün itibariyle 26 bin puan geriledi. Bunlar güzel şeyler değil.. Borsamızın yüzde 66'sını yabancı yatırımcılar oluşturuyor, yani onların oyun alanı haline gelmiş durumda.

Şimdi ne olacağı konusuna gelirsek... Dolar fiyatları 2.00 ve 2.05 aralığında bir süre hareket edebilir, ama günlük sert sıçramalarla daha önce belirttiğim 2.25 seviyelerine gelecek. Daha şimdiki fiyatı bile çok vahim sonuçlara yol açacak halk adına.

En basit vaka : petrol fiyatları artıyor ve dolar üzerinden fiyatlanır. Dolar TL'ye göre değer kazanıyor. Yani enerji harcamalarımızda biz çarpı 2 daha fazla kaybediyoruz diyelim kısaca. Zaten kış geliyor doğalgaz faturalarınızı görünce her şeyi anlarsınız.

Üretim yapmayan bir ülkenin ekonomik can çekişmesine hep birlikte şahit olacağız yakın zamanda ve bundan bizler zarar göreceğiz.

Şimdi soruyorum, milli çıkarları koruması gereken bir hükümetin devletin başına geçmesinin vakti gelmedi mi?

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Hainler, Nankörler ve Dönekler...

Günümüz yaşam düzeninde en tepede olmak için hain, ne yaptığını bilmemek için nankör ve rüzgar ne tarafa eserse essin benim işler yürür demek için dönek olmanız gerekir.

Bu hainlikte akıl yürütme vardır ama zeka yoktur pek, zeki adam ileriyi görendir. Hainse başkasının çıkarına çalışarak ülkesini yönetendir. Kim oldukları ortada ama tekrarlamakta fayda var, Akp'nin tepesindekiler haindir. 

Yolsuzluk yaparlar, bölücülük yaparlar, yalan söylerler, kısaca biri bunlara ne söylüyorsa bunlarda onu yaparlar arada kendi çıkarlarına oynarlar, rüyalarını görürler sonuna doğru birden kabusa döner. Aynı bu günlerde Akp'nin gördüğü rüya gibi, dışardakiler beğenmedi onlarında rüyası kabusa evrildi, şimdi gidiciler.

Nankörlere en son gelicem, önce dönekler.. Bu günlerde bir başbaş danışmanımız var, Yiğit Bulut, aynı soyadı gibi, rüzgar savurdukça bir oraya bir buraya gidip gelmekte, birisi çıkıp bu adama söylemeli ama yüzüne sen "döneksin" abicim. Dönek olmak için utanmaz ve yalaka olmanız şarttır, açın resmine bakın yüzünden damlar zaten bütün özellikler hiç şüpheniz olmasın.

Buraya kadar bilindik şeyler, buradan sonrası beni asıl kızdıran kısmı.. Gezi parkı olaylarıyla birlikte toplumda bir algı yaratıldı evet bu çok güzel, araştıran okuyan insanlarımız meraklı insanlarımız neyin doğru neyin yanlış olduğunu görebiliyorlardı zaten artık bunların sayısı arttı. Yavaş yavaş gelişen bir örgütlü toplumumuzda var, dayanışma olgusunu hatırladık evet bunlar çok güzel..

Ama birde nankörleri görmüş olduk. Etrafınızda ne kadar çok devrimden bahseden insan olduğuna dikkat ettiniz mi? Sordunuz mu yahu arkadaş bu neyin devrimidir, iki kelimenden biri devrim, devrimci gençlik, devrim ruhu vs.. Ne anlatıyorsun dediniz mi? 

Ben sordum cevapları da anlatayım. Şimdi iki türüne denk geldim biri kendini barışçı olarak adlandıran faşist devrimci. Kürt kardeşlerimizin hepsinin fikriymiş gibi konuşuyor, işte bölgesel (yerinde) yönetim olmalı, resmi dil olarak tanınmalı vs... E şimdi sen yıllarca bu yaşadığın topraklardaki insanları faşist olarak adlandır sonra bütün istediğin kültürel ve sosyal olarak ayrıma götürsün bizi, bunun adı faşistliktir. Aynı bizi dini olarak bölmekten zevk olan Akp'nin yaptığı gibi bir fark yok, alanı değişik sadece.

İkinci tür artık Leninler, Stalinler, Karl Marxlar, Engelsler, komünizm, sosyalizm, Cheler, Castrolar, Chavezler Troçkiler, Maolar, Alexandra Collontai'sinden, Clara Zetkin'ine, artık Bolivar'ına kadar herkesten herşeyden bahseden ama genel fikri olmayan iyi ezbercilerdir. Yahu sanki biz tarih okumuyoruz araştırmıyoruz bilmiyoruz, getirin bu ülkede en baba devrimciniz kimse karşıma oturtun konuşalım bakalım kim daha devrimci. 

Anti-militaristiz derler, yahu saydıklarının yarısından fazlası askeri başarıyla başa gelir, diktatörlüğe karşıyız der, Leninler, Stalinler, Maolar zaten mecliste açık oylama yaptırıp kendine karşı oy verenleri bikaç günde öldürmediler hiç, kadın hakları derler kocaları çalışma kamplarına atılınca şehirlerde ne iş yaptı bu kadınlar hiç bilmezler, Che derler dünyadaki en büyük telif hakkına sahip fotoğrafın Chenin fotoğrafı olmasına bişey demezler, millyetçiliğe karşıdırlar.. Yahu bu Fidel Castro cidden büyük adam bence ama şimdi sen bu adama milliyetçi değildi diyebilir misin? Gidip ABD'ye kafa tutarken dünya barışı anti militarizm mi dedi, ekonomik bağımsızlık dedi, ülkeme dokunma dedi. Yani açık yakalamak falan öyle konuşmak istemiyorum tarzım değil zaten gerçekler ortada meraklısı objektif olsun, hani deyimle delikanlı olsun, insan olsun öyle okusun baksın duysun.

Bu ülkede devrimci olcaksan Mustafa Kemal gibi bir örnek varken başkalarından fayda beklemek kendi tarihine hakarettir, nankörlüktür. Konuşuyoruz, e işte oda iyi tabi bağımsızlığımızı kazanmamıza yardımcı oldu falan filan, sonrasında bir ama gelir.. Ne ama'sı kardeşlerim gözünüzü açın artık, siz kendi kendinizi hipnotize ediyorsunuz, ülkeye olmadığı gibi kendinize faydanız olmuyor. Çok sevdiğim dostlarımda var bunların arasında kusura bakmasınlar ama bu böyle, yapmayın artık..

Devrimin içinde yaşıyoruz, Türkiye, kitap mı arıyorsunuz Nutuk, şahit mi arıyorsunuz şehitlikleri gezin..

Her şeyden önce herkes onurlu olmalı, bakın şöyle;
Mustafa Kemal Atatürk, Albay Reşat’ın şehit oluşunu TBMM’de şöyle anlatıyor:
“Bir taarruz gününde (27 Ağustos 1922) en sol kanatta 57. tümenimiz taarruz ederken, kuvvetlerini biraz birbirinden uzakça bulundurmuştu. Bu nedenle düşman üzerinde kalıcı bir etki yapamıyordu. O tümenin kumandanı Reşat Bey adında bir albaydı. Bu kişiyi çok eskiden tanıyordum ve beraber muharebe yapmıştık. Suriye’de çok muharebeler yaptık ve çok kıymetli bir askerdi. Şahsen bana çok güveni vardı. Telefonla sordum: ‘Niçin hedefinize (Çiyiltepe) hakim olamadınız?’ dedim. cevaben dedi ki; ‘Yarım saat sonra bu hedeflere varmış olacağız’. Halbuki yarım saat sonra bu hedefler elde edilememişti. Tekrar sorduğum zaman telefonda Reşat Bey’in son bir veda namesini okudular. Orada diyordu ki; ‘Yarım saat zarfında size o mevkileri almak için söz verdiğim halde, sözümü tutamamış olduğumdan dolayı yaşayamam’. 15 dakika sonra Çiyiltepe alınmış, ancak şehit komutan Albay Reşat Bey bu müstesna anı görememiştir. Ruhu şad olsun.”

Zaferden sonra buraya, Albay Reşat Çiğiltepe Anıtı yapılarak anısı ölümsüzleştirildi.

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Faili Dokunulmaz Cinayetler.. || Necip Hablemitoğlu

“..Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter ve laik yapısına göz diken tüm unsurlara karşı bunca zahmete ve mihnete değer mi, diyorsanız, Atatürk’ün manevi mirasçısı olarak evet değer, diyorum. ÇÜNKÜ TÜRKÜM VE BAŞKA TÜRKİYE YOK!..Necip Hablemitoğlu…”
(Öldürüldüğü sırada yazmakta olduğu Köstebek adlı kitaptan)

18 Aralık 2002 günü evinin önünde hain bir saldırıyla yaşamını yitiren Necip Hablemitoğlu.. Tıpkı Uğur Mumcular, tıpkı Ahmet Taner Kışlalılar, tıpkı Eşref Bitlisler gibi bir vatan aşığını daha yitirdiğimiz gündü o çarşamba.


Necip hocayı biz hiç unutmadık ne kadar üzerine kara çarşaf geçirilip unutmamızı görmememizi isteselerde. Onun gibi Cumhuriyet devrimi şehitlerini gönlümüze, zihnimize kazımanın açtığı yoldan yürümenin gururu var bizlerde, ama onu anlatmadan ilk belirtmem gereken birde utanç var bizlerde ne onu ne onun gibileri koruyabildik ne de ailelerinin yanında yeterince durabildik. Sadece ölüm yıl dönümlerinde onları anıyor olmak yetmez, onları fikirleriyle yaşatmamız, bedelini canlarıyla ödedikleri bu yoldan kanlarını kaldırmamız gerekir.

Necip Hablemitoğlu kuşkusuz bir Atatürk aşığıydı. Ben onu Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası adlı kitabıyla tanıdım. Bu kitaptan Işıklar Askeri Lisesine söyleşiye gelen yurtsever Metin Aydoğan bahsetmişti. O zaman kimdir bu yazar dediğimde onunda bir faili dokunulmaz olduğunu öğrenmiştim.

Ölümünden sonra basılan Köstebek adlı kitap bizim sınıfta o kadar popülerdi ki okul kütüphanesinde 3 tane vardı ve  hepsi bizim sınıftakiler tarafından alınmıştı. İşte okumak için bizi sıraya sokan o kitap onun ölümüne neden olmuştu belkide. Çünkü dokunulmazları yazmıştı.

Bu kitabın çok büyük bir bölümü belgelerden ve kişisel diyaloglardan elde edilmiş bilgilerle yazılmıştır. Zaten Necip hoca bir akademisyendir. Bu kitap Fettullahçıları anlatır, onların örgütlenmesini, devlet kurumları içinde nasıl kök saldıklarını, orduya sızmak için nasıl farklı yöntemler uyguladıklarını anlatır.

Ama yıl 2002 Akp yani Fettullahçıların siyasi kolu iktidara geliyor, önlerinde engel olmamalı, araştırmacı olmamalı, onların ipliklerini pazara çıkarmamalı ve bu değerli kişilerin belkide en asilini Necip Hablemitoğlu'nu aramızdan alıveriyorlar. O sıralarda devam eden Futtuhlah davası hakkında da büyük ihtimaldir elinde belgeler ve kanıtlar vardı hocamızın, benim tahminim bu yönde.

Peki sonra neler oldu hızlıca günümüze gelelim. Hanefi Avcının kitabı basıldı - Haliçte Yaşayan Simonlar - o fettullahçı bir emniyet müdürüydü fakat siyasal faaliyetlerin ülkeye zararlarına sessiz kalmadı, cemaati yazdı, topluma anlattı.

İki gün önce Hanefi Avcı Ergenekon İftirasında ceza aldı. Bu davada Osman Yıldırım diye biri var hani şu danıştay saldırılarına karışan, sonra davaları birleştirilen ve iki gün önce beraat eden. Orada katillerin kim olduğunu ifade etti. Fakat şöyle bir şey var, aklı olan fark eder. Bu adam Fettullahçıların tetikçisidir yani cemaatin pis işlerini halleden kısmındandır. Cumhuriyet gazetesine yapılan saldırılarla başladı bu dava, danıştayıda bu adama yaptırdılar, birde böyle başkalarına iftira attırdılar, sonra bu adam serbest kaldı bakın siz şu işe.

Bu davanın zaten düzmece olduğu biliniyor fakat kamuoyunu kontrol etmek için davaları birleştirdiler ve işte bakın bunlar terör örgütü neler yapmışlar dediler. Halkı uyutmaya kandırmaya çalıştırlar.

İşte Necip Hablemitoğlu gibi dürüst ve aydın insanları, din diyerek, iman diyerek, allah diyerek katlettiler, günahsa günahın katmerlisini, suçsa suçun bellisini işlediler.

Şimdi tetikçileri dışarda (Osman Yıldırım), siyasetçisi Başbakan olmuş (Tayyip Erdoğan), fikir babası (Fettullah Gülen) Amerikadan "Kuran müslümanlığı diye bir sapkınlık çıkardılar" diye fetva veriyor, bütün cemaat uykuda görmüyor yada görmek istemiyor, kandırılmış insanlar, söyleyecek çok şey var ama dil varmıyor.

"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kendini savunma mekanizması artık felç olmuş durumdadır..." 
                                                                                   Necip Hablemitoğlu

Hocam sizleri zamanında duymayanlar adına şimdi bizler utanıyoruz, ama uyanıyoruz.

Erol KÖK

6 Ağustos 2013 Salı

Ergenekon İftirası ve 12 Eylül Referandumu || İlker Başbuğ

Bugün günlerden 6 Ağustos 2013 Perşembe.. Bu tarih bundan uzun yıllar sonra hafızalarda canlandığında bir destanın başlangıcının kalplerde bıraktığı o ürperti aynı bugün gibi hissedilecek.

Bundan 5 sene önce yargılama süreci başlatıldığında dün verilmiş olan kararların ne olacağı belliydi biliniyordu. Çünkü ergenekon dosyası bir hayalden ibaretti ve bu hayalin sonunda olacaklar tabii ki gerçeği adaleti yansıtmayacaktı.

Bu dava bir intikamdır, bu dava kin dolu kalplerin vatanseverlere attığı bir tokattır, bu dava bizleri uyandıracak bir filmdir aynı zamanda.

Çok farklı görüşlerden yüzlerce kişinin yargılandığı bir davanın, tek ideolojisi olması gereken sözde bir terör örgütü iddiasını taşıması ne kadar gerçektir?

Evlerinde vicdan telleri titremeyen ne kadar çakal vardır, sevinen, iyi oldu diyen.. ve sıra kendilerine geldiği gün adaletin ayaklarını öpecek olan kaç tane köpek vardır..

12 Eylül 2010 tarihinde halkın önüne, halkın anayasasını oluşturmak istiyoruz diyerek devletin bütün kurumlarına sıçrayan kanseri zincirlerinden koparacak bir yalan getirildi. Bazıları yandaştı bazıları karşıydı, birde yetmez ama evetçiler vardı, bu ülkeye ne kadar zarar vereceklerinin farkında bile olmayan..

Adaletle hıyaneti ayıran yüzde 7'lik bir uykuydu, yüzde 7'lik bir yalan.. Koyun sürülerine katılan yetmezcilerle ulaşılan bu güç artık vatanseverlerin boğazına saplanmaya hazırdı. Adalet sistemi çöktü, o hakimler o savcılar o anayasa mahkemesi anlamsızlaştı.

Yüzlerce vatan sever müebbete varan cezalarla zindanlara hapsedilirken, tecavüzcüler dışarıda halkın vicdanına saldırmaya devam etmekte. Tecavüzcü ne demekse bu kararların alınmasında emeği geçen o referandumda evet diyende aynı şeydir, hükümette aynı şeydir, cemaatte aynı şeydir, iman sahibi dürüst insanların gözünde.

Şimdi bir nefret bir kin savaşı başlattılar sonunda bizleri kazanacağı ve onların fikirlerinin asılacağı kendilerinin cezalandırılacağı. Günler çabuk geçmeyecek belki ama hak yerini bulduğunda herkes görecek adaletin anlamını.

Bir çok mahkum var, hepsinin yeri zihinlerimizde hazır ve daim. Ama biri var ki ne desek yetmez..

İlker Başbuğ.. Komutanım.. Türk ulusunun en kutsalı mahremi namusu olan büyük Türk ordusunun başkomutanı bugün terörist suçlamasıyla müebbet hapis cezasına çarptırılmış, bir köpek İmralıdan havlayarak devleti yönetirken..

Bunun anlamı çok derindir. Bu nefretten çok çok ötede tarihle bir hesaplaşmadır. Şimdi herkes diyor ki madem bu adam suçluydu siz bunu niye atadınız? Onlar atarlar tabi çünkü hesaplaşacakları birşey var, kapatamadıkları bir defter, yenemedikleri ve asla yenemeyecekleri biri var.

5 Ağustos günü Mustafa Kemal ATATÜRK'ün başkomutanlık görevini aldığı gündür ve bu hain, bu paraya tapan, bu dini satan, bu vicdan tecavüzcüleri, bu yüzden İlker Paşamı başa getirirler, çünkü onun başkomutanlığını onun Kemalist düşüncelerini hapsederek, Atamızın hatırasına büyük bir kalleşlik yapmaktan başka bir düşünceleri yoktur.

Bu kararlar hem bugünün aydınlarıyla hemde geçmişin kahramanlarıyla hesaplaşma davasıdır.
Bugünle beraber bizim davamız da bu hainlere bu topraklarda yatacak yer bırakmama davasıdır.

Erol KÖK

2 Ağustos 2013 Cuma

Afganistan..



Yine farklı bir konuya değinme gereği hissettim ve çoğunuzun adını 11 Eylül saldırılarıyla öğrendiği Afganistan hakkında yazıyorum.

Afganistan tarihi itibariyle Türkiye'yi yakından ilgilendirmektedir. Şöyle ki 1919 yılında bağımsızlığı emperyalist ingiltere tarafından tanınmış bu ülke aynı zamanda Türkiye'yi bir anlaşma imzalanması yoluyla değil direkt olarak içindeki maddeler ile tanıyan ilk ülkedir.

Afganistanla ve o coğrafyayla ilişkilerimiz çok daha eskilere dayanmakta tabii ki, kültür mozaiğimizin önemli yapı taşlarından olan Horasan bölgesinin bir kısmının Afganistan topraklarında olduğunu söylemem tarihsel bağlarımızın ne denli güçlü olduğuna kanıt yerine geçecektir sanırım.

Afgan halkı Mustafa Kemal içinde önemliydi, şöyle ilk resmi ziyaret Afgan kralı tarafından yapılmıştı ve bunun yanı sıra Türkiye'den Afganistan'a binlerce Türk gencinin, subayların,doktorların,öğretmenlerin vs. giderek Afgan halkının medeni seviyeye ulaşması için yardımcı olduğunu biliyoruz.

Günümüz için en örnek alınacak ilişkimizde belkide Sadabat Paktını Afganistanla birlikte İran ve Irakla beraber imzalamış imzalamış olmamızdır ki, 1937 yılında imzalanmıştır. Sonrasında çıkan 2. Dünya Savaşında bu bölgede çatışma yaşanmamış olmasını doğrudan etkilemiştir.

Fakat bu ilişkiler Atatürk'ün vefatı ve 2.Dünya Savaşı sonrasında IMF ve abd ile içli dışlı olmamızla birlikte giderek resmi manada zayıflamıştır. Çünkü biz yüzümüzü yalancı batıya çevirdik ve önümüze konulan Avrupa Birliği havucunun kokusuyla kandırıldık. Sürekli darbeler ve siyasal istikrarsızlık ya da istikrar olsa bile devlet politikamızın olmayışı bu ilişkileri iyiden iyiye kopardı.

1979'da sovyetler işgal ettiğinde abd önce mücahitler olarak adlandırılan grubu destekledi, bu grubun başı Gülbeddin Hikmetyar. Sonrasında işler biraz karıştı ve bu sefer Taliban desteklendi ve El- Kaide ortaya çıkarıldı. abd organik bağını kurmuş oldu.

Harita yukarıda gerçi ama ben yinede yaziyim, Afganistanın kuzeyinde ruslar, güney doğusunda pakistan, güney batısında iran, en doğusunda çinle bile sınırı var. Bütün enerji transferini, ticareti kontrol edilebilecek bir coğrafyada, aynı zamanda 7000 metrelere varan yükseltileriyle savaş halinde çok avantajlı bir stratejik noktada bulunmakta.

Sovyetler bu bataklığa saplandıktan sonra, tam 12 sene sonra 1989'dan 2001'e abd aynı hatayı yaptı ve afganistana girdi. Bahaneyi biliyoruz zaten, kendi desteklediği piyonu suçladı ve yok etmek için oraya girdi, aslında orayı üs edinmek en önemli amaç. Afganistanda 51 havalimanı var, savaş halinde çok önemli hem rusya hemde iran cephelerinde...

Bu arada Gülbeddin Hikmetyar kimdir? Bu satılık adam önce parayı alıp sovyetlerle savaştı sonra başı boş kalınca radikal islamla Kabili tanıştırdı. Şimdide Talibanı desteklemekte.. Abd ile çatışır halde gözüküp saman altından su sürütmekte. Bu adamı tayyipten hatırlayanlarınız var mı? Hani tayyipin dizinin dibinde oturduğu molla, işte o adam gülbeddin hikmetyarın ta kendisi...

Adamı hocasından tanımak gerek..

İşte kısaca böyle bir tarihsel geçmişe sahip olduğumuz Afgan halkına 1921'de ki anlaşmamız gereği yardım etmemiz gerekirken biz işgal güçlerinin koruma kalkanı olarak işgale destek veriyoruz, bu sebeple millet olarak utanmamız gerekir. Afgan halkı ise özünü korumakta ki orada en çok saygı gören birlik Türk birliği..
Bunu görünce utancımızın dahada artması gerekir..

Normal şartlar altında 34 il şeklinde örgütlenmiş bu devlet şimdi 5 parçaya bölünmüş durumda, nüfusu 30 milyon ve 15 milyonu genç (18 yaş altında), yine işgal altında, yine din istismarı var, yine abd var, yine para var, uyuşturucu ticareti, tecavüzler ve silah kaçakçılığı var.

3.Dünya savaşına hazırlık için ve daha çok para için bunları yapanları ve buna göz yumanları kınıyorum.

Sonuçta sanıyorum ki, özellikle güney Afganistan bölgesinde takılıp kalan abd ve diğer koalisyon güçleri şunu bilmiyorlar, Afgan halkı son 200 yıldır o coğrafyada kimseye asla boyun eğmemiştir ve bunun değişmediğini de görmekten mutluluk duyuyorum.